Kanada'ya Neden Gittim?
Hayalimde
her zaman bir Kanada sevdası vardı. Ne olursa olsun ben o ülkeyi görmeden
ölmeyeceğim diyordum. Hayaldir hayal de kalır sanırdım. Bir mart akşamı, dönüşü
olmayan bir bilet kestim. Hem akrabaları ve kuzenleri görürüm ve belki dönmemek
üzere orada yeni bir hayat başlatabilirim diye gittim. Aktarmalı uçak ile
Londra’dan ilk Toronto’ya sonra Montreal’e geçtim, hayatımın en uzun uçak
yolculuğu oldu. Ortalama 13 saat yoldaydım. Yolları seviyorum fakat uçak
yolculuğunu sevmiyorum. Ölümden başka bir şey düşünemiyorum bulutların
arasında. 20 den fazla uçak yolculuğu yapmışımdır belki ama ilk defa bir uçakta
wifi kullanabildim ve ilk defa bir havalimanında valiz ve bagajlardan çok kayak,
çadır ve kamping malzemeleri gördüm. Bütün dünya kayak yapmaya gelmiş gibiydi.
Çıkar çıkmaz Montreal’in büyük bir fırtınadan yeni kurtulduğunu ve her yerin
nerdeyse boyum kadar kar içinde olduğunu gördüm. Bu benim için bir ilkti. Her
arabanın kış ve yaz tekerlekleri var, her arabanın kar temizleme malzemesi var.
İlk gün her şey
çok farklıydı, ilginçti sonra alıştım, uykucu kuzen sağ olsun uyanıkken her şeyi
anlatıyordu. Terrebone’da kaldım her yerde koskoca saray gibi evler var.
Küçükken izlediğim ’sihirli annem’ dizisindeki şatoyu anımsatıyordu çoğu.
O kadar büyük evde yaşayamam galiba, temizliği bile bir hafta sürüyor. En geniş
yolları orda gördüm ve birde park ettiklerinde arabaların kapılarını çoğunlukla
kilitlemiyor kimse. Sanırım hırsızlık oranı çok az, birbirlerine güveni ve
saygıları yüksek. Amerikan filmlerindeki gibi, sarı okul servisleri çocukları
kapıdan alıyor. Her evde değil ama kaldığım bölgede ki evlerin hepsinde
kaloriferler yer altında havalandırma kutucukları gibi yapışık, elbise
dolapları duvarların içinde. Elektrikli süpürgelerde aynı şekil, duvarda pürüz
gibi bir yerde hortum takıp çalıştırıyorlar ve bodrum katına pislikleri çekiyor.
Detayına kadar anlatıyorum çünkü dikkatimi çekmişti. Her evin önünde solaryum
ve havuz var. Tabi ben gittiğimde o kadar kar vardı ki erimesi haftalar aldı...
Havalar ısınmaya başlayınca insanlar evlerinin garajlarını Pazar tezgahı gibi
kurup elinde ve evinde olan eşyaları satışa sunuyorlar. Bu hoşuma gitmişti.
Her şeyden önce en çok insanları gerçekten çok iyi ve temiz kalpliler.
Bir gece Montreal
merkeze nargile içmeye çıkmıştık (tabi ben yıllardır denememe rağmen içemiyorum
ama adı nargile olsun yeter işte). Park ederken arabanın tekerleğinin
patladığını fark ettik. O şekil hayatta geri dönemeyiz ben ve uykucu kuzende dahil
hiç tekerlek değiştirmeyi bilmiyoruz. Yolda geçen takım elbiseli bir adama ne
yapmamız gerektiğini sormaya kalmadan adam ‘’ben yaparım’’ diyerek o güzelim
takımla karlı buzlu kaldırıma çöktü eksi bilmem kaç derecede (benim dişlerime
kadar üşüdüğüm bir havada) tekerlek taktı. Dizleri falan ıslandı, biz mahcup
bir şekilde para uzattık almadı.. İsmini bile vermeden “beni sadece iyi bir
insan olarak anımsayın yeter dedi”... bence de insanlık ölmemişti..
Kanada’nın bazı
eyaletleri İngilizce bazıları ise Fransızca konuştuklarından, kuzenlerde Quebec
eyaletinde kaldığından Fransızca bilmediğim için biraz zorluğu oluyordu. Ana
dilim İngilizce olmamasına rağmen aksanım biraz bozuk olmasına rağmen
Kanadalıların çoğu İngiliz aksanı sevdiğinden dolayı duyunca durdurup iltifat
ediyorlardı. Ben ise Amerikan aksanını daha hoş buluyorum. Toronto ve
Ottowa'dada kaldım. Toronto’nun CN tower ve merkezi eski Amerikan filmlerini
anımsattı bana. Ottowa parlamentosunu ve koskoca gölünü gezdik. Birde öğrenci
hayatını azda olsa gördüm. Yeni arkadaşlar edindim. Malum oralarda bizim
kültürün düğünleri az olduğu için kızlar şans kınası yakıp kendi halimiz de
parti verdik, sabaha kadar güldük neye güldüğümüzü bilmeden.
Kanada’da ilk
defa tattığım yemekler tartare (çiğ et yada çiğ balıktan yapılıyor) ve et
fondü oldu. Et fondü beğendim fakat tartare beğendim mi bilmiyorum yani çiğ
olma düşüncesi biraz itici. Juliet's fondüde yediğimiz çikolatalı meyveleri
sanırım hiçbir yerde yemedim. Adamlar hakkını veriyor bence. Çikolata candır...
Toronto’da Jack Asford diye bir yerde yemek yemiştik kolanın içinden çıkan saç
hariç masa üzerindeki boyama sofralarına hayran kaldım. Yemekler hazırlanana
kadar yazıp çizip oyalanıyorsun işte... müşteri sıkılmasın diye güzel bir
fikir.
Bu arada Mount
Royal gördüğüm en güzel manzara ve St Joseph’s Orratory bugüne kadar gördüğüm
en güzel kilise oldu. Kiliseleri seviyorum, nedenini bilmiyorum ama bana huzur
veriyor. Çok inançlı insanlar kiliseye çıkarken yalın ayak yada dizlerinin
üzerinde merdivenlerden çıkarlarmış. Yağmur yağdığı için bunu deneyemedik.
Mount Royal’de ise muazzam bir görüntüsü var bütün Kanada ayaklarının altında.
Tek sorun laham gibi kokan kokarcalar her tarafta. Sana bulaşsa bir ömür o koku
üzerinde gitmez galiba. Arabalar bile kokusundan uzak dursun diye çarpmaktan
korkuyorlar. Pis kokularının domates suyuyla çıktığını söylediler ne kadar
doğru bilmiyorum.
Şener Şen’in
Hababam sınıfında bahsettiği o Montreal Olimpiyatına da uğramadan olmazdı J çok soğuktu ama değdi. Cirque de Soleil
maalesef kapalıydı ve göremedim. Çok büyük bir Kanada sirk topluluğu olduğundan
dolayı düzenlenmesi aylar sürüyordu. Gece eğlencesi olarak da en çok Salsateque
sevdim. Girişi ve içi harikaydı, insanlar çılgın gibi salsa dansı yapıyor...
dans yaptığımızı sanırdım onları görene kadar. İnsanları gerçekten çok
iyilerdi. Herkes herkesle dans ediyor ama kimse kimseye kötü bakmıyor. Biliyorum çok uzun yazı oldu ama ben bunu yaşamak için çok bekledim. 2 aydan sonra artık ailemi ve yaşadığım yeri çok özledim. Tabi ki kuzenlerde yaşamak çok güzeldi ama ait olduğum yeri özledim. Birde iş vizesine Londra’da iken başvurmam gerekiyormuş bu yüzden işlere giremedim. Spontane kararla gitmenin kötü sonucu bu olsa gerek. Tabi girseydim de oranın güzelliğine rağmen yaşayabilir miyim bilmiyorum. Toplum içinde büyüdüm, insanları seviyorum (bazen nefret etsem bile) yalnız çok ıssız bir yerde kalamam herhalde. Böylece Londra’ya geri döndüm. Bu arada Kanada’da akçaağaç şurubu (Maple syrup) çok meşhur adamlar bayraklarına bile yaprağını koymuşlar siz düşünün artık. Her yemeğin ve her tatlının içine koyuyorlar. Ben ise sadece tatlıların içinde beğendim. Şekerli omlet olur mu ya.!! Son olarak bence en tatlı başbakan Kanada’nınki... 😃
Comments
Post a Comment